2 Temmuz Anması – Ercüment Özkaya

Sivas Üzerine

Ercüment Özkaya

 

Merhabalar arkadaşlar. Teorik ve daha önemlisi ideolojik olarak bizim, hepimizin öyle çelişkisiz, çatışmasız, barışçıl… çok güzel bir ülkede çok mutlu hayatlar sürüyor olmamız gerek. Neden? Nedenini biliyoruz. Buradaki büyük çoğunluğumuz Siyasal mezunuyuz. Siyasal mezunu olmayanları da mutlaka ilkokuldan başlayarak örgün eğitim almıştır. Cumhuriyet okullarında okumuştur. Yani neden mutlu bir ülkede, neden mutlu yaşamamız gerektiğini hepimiz biliyoruzdur ama ben gene de nedenini hatırlatayım.

Çünkü teoride, ideolojik olarak mutlu olmalıyız. Çünkü biz bir kurtuluş savaşı verdik. Ulusal bağımsızlığımızı kazandık. Ulus devletimizi kurduk. Kendimize ait bir vatan üzerinde mutlu, mesut kendi kaderimizi kendimiz belirleyerek yaşamamız gerekiyor. Dahası bu mutlu vatan üzerinde homojenliğimizi de sağladık. Elhamdülillah %99’umuz Müslümandır bu ülkede. Hepimiz de Türküz. Ama gel gelelim bugün bir katliamı anmak için buradayız. Niye böyle oluyor? Niye böyle oluyor?

Biz bir ulus kurduk. Hepimiz Türküz, aynı kültürden geliyoruz. Aynı değerlere sahibiz. Ortak acılarımız ortak sevinçlerimiz var. Ortak ideallerimiz var. Ama bazılarımız öldürülüyor. Şimdi madem hepimiz Türküz, hepimiz homojen bir kitleyiz, niye sık sık katliamlarla, sık sık anmalarla vakit geçiriyoruz?

Ben 50 yaşındayım. Dünyayı tanımaya başladığımda şehir eşkiyaları takip ediliyordu ülkemde. Gördüğümüz yerde vatanseverlik gereği ihbar etmemiz gereken işte bir takım eşkiyalar vardı, bir takım kötü insanlar vardı. Büyüdük. Kimilerinin dediği gibi bir iç savaş ortamında gençliğim geçti. Yani o tahlile katılan olur, katılmayan olur. Bilemem, siyasi bir tahlildir. Ama benim yaşadığım; kontrollü bir iç savaşta geçti gençliğim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki üst gençliğim, olgunluğum da bir cunta döneminde geçti.

Demek ki o kadar mutlu ve sorunsuz, çatışmasız bir ülkede yaşamıyoruz. Ama cumhuriyetin kurucu sloganlarından biri mesela şeydir, bir sürü yararlı sloganları vardır da bir tanesi özellikle yararlı ve kullanışlıdır: “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.” Ben buna inanmıştım. Çünkü resmi eğitimden geçtim, resmi ideolojiden nasibimi aldım. Hala da alıyorum. Çünkü resmi ideoloji ilkokuldan başlayarak sürekli kendisini yeniden üretiyor, sürekli onunla karşılaşıp bir şeyler öğrenip bir şeylerin yanlış olduğunu öğreniyorum.

Göründüğümüz kadar imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olmadığımızı ben kendi deneyimlerimden öğrendim. Sonuçta bu ülkede bazıları daha imtiyazlıdır kuruluşundan beri. Bazıları daha eşittir. Bazıları daha hâkimdir. Bazıları da azınlıktır. Sandığımız, düşündüğümüz bize söylendiği kadar homojen değilmişiz. Ben bunu öğrendim. Ailemden dolayı öğrendim. Kendi kimliğimden dolayı öğrendim. Ve en son Sivas’tan dolayı öğrendim. Adını koyarsak bir yandan bizim homojen – hepimizin bir, hepimizin Türk, hepimizin Müslüman- olduğumuzu söyleyen bir devletimiz var, bir yandan da hepimizin öyle olmadığını sık sık hatırlatan bir kendi devletimiz var. Bu ülkede işte azınlıklar var. Adlarını adınca söylemek uzun yıllar tabu idi ama artık söyleyebiliyoruz. Başımıza bir dert gelmesinden korkmadan işte Aleviler var, Kürtler var. Ben burada Kürtlerden söz etmeyeceğim. Daha fazla bunlardan, Kürtlerden de tabiri caizse daha azınlık olan Alevilerden bahsedeceğim.

Sivas’ta iki şey birden yapıldı. İki azınlık birden ele alındı. Bu iki azınlığın birbirine mahkûm kalması, bir tarihsel sürecin sonucuydu. Sivas da bizi bugüne getiren o talihsizliğin, nasıl diyeyim, en belirgin, sembolik anı oldu. Şimdi ordaki insanlar Alevi oldukları için ve solcu oldukları için katledildiler. Şimdi Aleviliğe baktığımızda, olağan şüpheliler gibi olağan azınlık, Osmanlıdan beri devam eden ve cumhuriyette de devam eden bir azınlıktır. Devletin her zaman her şeyden dolayı olağan şüpheliler kapsamında gördüğü bir azınlıktır ve Kürtlerin aksine bu azınlığın bazı yoğunlaşma bölgeleri olmakla birlikte kelimenin tam anlamında azınlıktır. Diyarbakır’dan Edirne’ye kadar, Kars’tan Muğla’ya kadar her yerde görebilirsiniz bu azınlığı. Ama her yerde azınlıktır. Bazı yerlerde bu yoğunlaşmalar vardır ama yoğunlaştıkları yerlerde de azınlıktır.

Böyle bir azınlığın olması bir yandan istenmeyen bir şeydir, devletin iktidarını yeniden üretmek için. Bir yandan da çok kullanışlı, çok lazım bir şeydir. Çünkü bir azınlığınız varsa bir günah keçiniz de vardır. Bir günah keçiniz varsa memnun edemediğiniz çoğunluğu, o günah keçisine karşı kendi saflarınıza çekmek için çok kullanışlı bir aracınız var demektir.

 

Bugün devletimiz yeniden örgütleniyor biliyorsunuz. Büyük ölçüde de bu yeniden örgütlenme tamamlanmıştır. Ama hiçbir zaman ve hiçbir şekilde tam olarak tamamlanmayacaktır. Çünkü Türkiye gibi ülkeler sürekli çelişkilerini yeniden üreterek var olmak zorundadırlar. Biliyorsunuz bu değişiklik, bu yeniden örgütlenme, demokratikleşme şeklinde pazarlandı. “Yetmez ama evet” sloganlarıyla önemli umutlar yaşatıldı. Fakat geldiğimiz noktada, zaman aşımına uğratılarak Türkiye yakın tarihinin en önemli katliamlarından biri halledildi.

Alevilik bir yandan sürekli asimile edildi, asimile edilmeye çalışıldı, bir yandan da sürekli yaşadı. Ama 16. yüzyıldan beri Alevilik yenilmiştir. Bu topraklarda bir azınlıktır. Kendi yeniden üretim koşullarını yenilgisinin ve dağılmasının sonucu olarak büyük ölçüde kaybetmiştir. Ama yok olmamıştır. Neden yok olmamıştır? Çünkü biz iç savaşlar yaşıyoruz ama devrimler yapamıyoruz. Bu yüzden geçmiş kavgaların bir çok kalıntıları çok sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Alevilik de bu kavgayı kaybetmiş ama yaşamaya devam eden o geçmişin mağluplarından biri. Bütün bunları şundan söyledim. Kendini yeniden üretme koşullarını büyük ölçüde kaybetmiş, her yerde azınlık olan, kimseye zararı olmayan bir azınlık. Niye sürekli bir şekilde baskılara, katliamlara maruz bırakılıyor? Bunu düşünmek lazım. Niye? Yani, gerçekten bir tehdit mi? Bence değil. Ama şimdi şöyle tahliller de vardır, bunlara ben girmeyeceğim ama mesela Mahir Çayan Türkiyede faşizmin devlet faşizmi olarak, ta başından beri iktidarda olduğunu söyler. Bu doğrudur ama faşizm bir halk hareketidir de. Halkın rızasıyla iktidara gelir ve şunun yapılması lazımdır, kitleleri mobilize etmesi lazımdır. Kitlelerin mobilize edilmesinin en kolay, en basit yolu da bir azınlığa karşı mobilize etmektir. Sizin ülkenizde ne bileyim, şeyden, ana akımdan ayrı aykırı bir azınlık varsa- adı Yahudi ise Yahudilere karşı örgütlersiniz. Adı Alevi ise Alevilere karşı örgütlersiniz. Hedefe koyarsınız. Ve Alevilik hedef olduğu için sürekli bir yandan asimile edip bir yandan yaşatılması gereken bir varlıktır.

Şimdi, biliyorsunuz büyük bir propaganda ile yaşıyoruz 10 yıldır. Geçmişin hesapları görülüyor. Ergenekon davaları devam ettiriliyor. Askeri vesayet denen şey ortadan kaldırılıyor. Ama bir takım şeyler değişmiyor bu ülkede. Bir takım şeyler değişmiyor. Şimdi dalga dalga devam eden bir Ergenekon operasyonumuz var. Geçmişin kirlerinin, geçmişin suçlarının nihayet hesabının sorulduğu ya da sorulacağı ajitasyonu ile yürütülen. Fakat ne ilginçtir ki güya böylece kendisini temizleyen siyasi irade 19 yıl geçtikten sonra hala Sivas’ı aydınlatmış değil. Gazi katliamı oldu Sivas’tan iki yıl sonra, 95’te. Devletin kabulüne göre 7’si polis kurşunuyla 17 kişi öldürüldü. Gene Alevilere yönelik bir operasyondu bu. Ve dikkat ederseniz Ergenekon davalarında bunlarla ilgili en ufak bir soruşturma yok. En ufak bir soruşturma yoksa, Ergenekon ya da geçmişin kirli derin devletini ya da derin unsurlarını temizleme iddiasıyla yürütülen hiçbir operasyonun inandırıcılığı yoktur.

Türkiyede gerçekten, Türk devletinin ya da devletin böyle şeyler yapmayacağına inananlarınız varsa, devletin içine sızmış, devletin içinde yuvalanmış bir takım odakların temizlenmesi söz konusuysa, ortaya çıkarılması gereken üç şey vardır: 1 Mayıs 77, 2 Temmuz Sivas ve 1995 Gazi olayları. Bunların üzerine gitmeyen hiçbir temizlik operasyonu hiçbir şeyi temizleyemez. Dikkat ederseniz burada Maraş’ı, Çorum’u, (12 Eylül öncesi) Sivas’ı saymadım. Çünkü rkadaşlar kategorik olarak farklıdır bunlar. Hedef alınanlar orada da Aleviler olabilir ama vuran vurulan Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, 80 öncesinden bahsediyorum, belliydi. 80 öncesinde, Türkiye soğuk savaşın cephe ülkelerinden biriydi. Ve o zaman Alevilere saldırılmasının bir mantığı vardı. Soğuk savaş çatışmalarında şu ya da bu tarihsel sebeplerle, bunlara burada girmeyelim hepiniz biliyorsunuz, Aleviler soğuk savaşın kaybeden tarafında yer aldılar. Belli ölçüde kaybeden tarafına sürüldüler ve o olayların gerçekten mantığı vardı. Ama Sivas’ın mantığı yoktur, Gazi’nin mantığı yoktur, Soğuk savaş kategorilerinde düşündüğümüzde. Gazi ve Sivas daha başka bir operasyonun parçasıdır ve o operasyonun üzerine hala gidilmemiştir. Ve bunu yapan odakları ortaya çıkaracak bir irade olmadığı sürece Türkiye’de demokratikleşme, Türkiye’de adı ne olursa olsun, normalleşme, Türkiye’de devletin milletiyle barışması diye şeyler beklemeyelim. Olmayacaktır.

Çünkü, soğuk savaş yıllarında yaşı genç olan arkadaşlar bunları sadece kitaptan biliyorlardır ama birçoğumuz da hatırlarız şu vardı. Hep komünizmin propaganda gücünden bahsedilir de o öyle değildir. Özellikle Sovyet propagandası son derece kaba ve yetersiz bir propagandaydı. Amerikan propagandası her zaman çok incelikli, çok etkiliydi ve çok şey yapmıştır ama 12 Eylül öncesindeki dünyadaki soğuk savaşın bitişi de aşağı yukarı zamandaştır 12 Eylül cuntası ile. Yakın yıllardır. 12 Eylül öncesinde bir tehdit algısı anlaşılır bir şeydi. Ve Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, daha küçük örnekler de var, bu dediklerim en ciddi kırılmalardır, olan şeyler bu kategorilerle anlaşılabilir. Ama Gazi’de gerçekten ne gibi bir dış bağlam ya da destek vardı? Gazi olayları neden oldu? Ve Gazi olayları dikkat ettiyseniz ve illiyet bağlantısını kurabilirseniz, solun 12 Eylül’den sonra ikinci yükselişinin doruğa erip düşüşe geçtiği dönemin işaret taşıdır.

Dediğim gibi kullanışlıdır azınlıklar. İktidar açısından kullanışlıdır. Türkiye’de, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan beri, (kendi gücünden – kendi zaman zaman gerçekten de bir güç olmuştur, ama kendi gücünden bağımsız olarak) yani komünizmin gerçek gücünden bağmsız olarak Türkiye cumhuriyeti komünizm tehlikesine karşı, komünizm tehdidine karşı örgütlenmiş bir devlettir. Ve şimdi o birinci örgütlenmenin adını da söyleyeyim aranızda Kemalistler de vardır ama onun adı Kemalizm’dir. İçindeki değişmelere, dönüşmelere falan girmeyelim. Menderes de Kemalist dönemin ürünüdür, Demirel de. Ama Kemalizm’in kendi içindeki dönüşmeleri de vardır.

Şimdi Türkiyeyi güya “demokratikleştirecek” olan ve Kemalist vesayeti tasfiye eden yeni kadrolar da o Kemalistlerle olağan şüpheliler konusunda ortaklaşırlar. Şimdiki demokratlaştırıcı hükümetimiz demokratlaştırıcı yeni iktidarın kadroları da büyük ölçüde Komünizmle Mücadele Derneklerinden gelen ve baş düşman olarak her zaman komünizmi gören kadrolardır. O açıdan aralarında büyük bir süreklilik vardır. Şimdi bunu niye, nereye gelmek için söyledim.

Sivas ve Gazi olayları bence Türkiye’nin 80 yıldır sürdürdüğü ve hiç bırakmadan sürdürdüğü ve kadrolar değişse de asla bırakmadan sürdüreceği solu kuşatmanın, solu lokalize, marjinalize etmenin bir aracı olarak kullanıldı. Sivas ve Gazi ile bir taşla iki kuş vuruldu. Apolitik ya da kurulu düzeni sorgulamayan kitlelerin gözünde iki azınlık birbirine talihsiz bir şekilde bağlandı. Sol, sosyalist sol ve Aleviler birbiri içine hapsedildi. Bir yumak halinde kapatıldı. Vücudun kendisini onarma yöntemini bilirsiniz. Bir vücudu tehdit eden bir kanser ya da bir yara olursa o yaranın etrafını vücut kendiliğinden bir katmanla sarar, onu orada lokalize eder, yayılıp büyümesini bir kitle olarak orda tutarak engeller.

Şimdi arkadaşlar, Lenin’den beri de biliyoruz ki sol her zaman bir azınlık olarak var olur, devrim yaptığında bile. Ama solu, sosyolojik bir azınlığın içine kilitlerseniz, bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz. Kontaminasyonu, bulaşmayı önlersiniz. Ve solun ne yazık ki gerçekten o aldığı darbelerden sonra kendini toparlama gücünü bir türlü hala bulamaması da bu olayın devam etmesine yol açıyor.

1993 ve 95’ten bu yana sol ve Alevilik arasında bir çakışma yaratılarak solun kapsamı, alanı daraltıldı. Ulaşım kanalları tıkandı ve gerçekten gerek Alevilerin gerek solcuların, sosyalistlerin buna çok dikkat etmesi gerek. Kapatıldığı, kilitlendiği yerden çıkmanın ve birbirlerine mahkûm olmanın şartlarını kırmanın yollarını aramak lazım. Düşünmenizi istediğim şey olarak bunu söylüyorum.

 

1993 Sivas’ın benim için ayrı bir anlamı da var. O da şudur. 35 kişi, resimlerini de görüyorsunuz, hepimizin ortak tarihine mal olmuş bir olay. Hepsini kamusal hafızamızda tanıyoruz, biliyoruz ama bunların içinden bir tanesi benim şahsi arkadaşımdı, Uğur Kaynar.O katliamdan birkaç ay önce Uğur’la son kez burada karşılaşmıştık. Uğur Kaynar bir şairdi, bir sosyalist eylemciydi. Ve Sivaslıydı. Sivas’ın da Alevilerinden değil Sünnilerinden bir Sivaslıydı. Olaydan birkaç ay önce tam zamanını bilmiyorum, kendisiyle Kızılay’da konuştuk ve çok umutsuz, yorgun, bezgin bir haldeydi. “Ne oldu” dedim. “Sivas’tan geldim” dedi. “Buradaki gibi değil” dedi. “Anadolu’yu biz solcular unutmuşuz” dedi. “İstanbul gibi değil, Ankara gibi değil. Son derece gerilemiş, son derece gerilere savrulmuş. Benim gençliğimin Sivas’ı değil Sivas” dedi. “İlişkiler ve yaşam mezhep çizgilerine göre ayrılmış” dedi. “Ve gerek Aleviler gerek Sünniler yani 70’lerde hiç bilmediğim şekilde çok içe kapalı ve çok geri, birbirinden kopuk hayatlar sürüyorlar. Anadolu’da bizim fark etmediğimiz şeyler oluyor” demişti. “Ve bir daha gitmeyi düşünmüyorum” demişti. Birkaç ay sonra ne yazık ki gitti ve orada öldü.

Dediğim gibi gerçekten Türkiye’de bir şeyler olacaksa, bir şeyler değişecekse, bir şeylerden gerçek hesaplar sorulacaksa, gerçekten sorulması gereken ama sorulmayan üç şey var: 1 Mayıs 1977, 2 Temmuz 1993 Sivas ve 12 Mart 1995 Gazi olayları. Bunların failleri ortadadır. Yani ortada derken, serbesttir ve bunların üzerine giden hiçbir irade yoktur. Bu olmadıkça da Silivriler, Ergenekonlar, Balyozlar, Sarıkızlar, demokratikleşme, hesap sorma, derin devleti dizginleme… bütün bunlar retoriktir ve iktidarın iktidar hizipleri arasında el değiştirmesinden başka bir şey değildir. Eğer biz burada, başka yerlerde, meydanlarda, 2 Temmuzlarda toplanıp anıyorsak, bunu akıldan çıkarmamalıyız. Bu üç olayın gerçekten sorulmasını, bu üç olay açıklığa kavuşturulmadıkça Türkiye’de hiçbir demokratikleşmenin, Türkiye’de hiçbir barışın, Türkiye’de hiçbir özgürleşmenin olmayacağını unutmamamız gerek.

Ve şu tür bir talep de yanlış bir talep olacaktır. Sivas’ın failleri derken oradaki 8 saat devletin tepkisini bekledikten sonra nihayet saldırıya geçmeye cesaret eden o güruhun cezalandırılması değil. O işi yapanların cezalandırılması ya da ortaya çıkartılması değil, o işi tertipleyenlerin ortaya çıkarılması. Yapanlar ve yaptıranlar ayrıdır. Ayrıdır. Sivas olaylarında yapanlar en suçsuzlarıdır, size söyleyeyim, çünkü 8 saatlik bir devleti yoklama sonucunda cesaret ederek yapmışlardır. O 8 saat boyunca Sivas’ta herhalde kolordu, kışla bilmem ne vardır yani bütün bu şehirlerde olduğu gibi. O 8 saat boyunca istediğinde gücünü istediği an gösteren devlet ve devletin kolluk kuvvetleri ortalıkta görülmemiştir. Teşekkür ederim sabrınız için.