Ayhan Yalçınkaya
Bu konuşmaya hazırlanırken epeyce düşündüm. Sivas, Madımak katliamı üzerine, Alevi hareketi ile az çok akademik düzeyde ilgilendiğim için, birden fazla konuşma yapmak zorunda kaldım. Ama buraya gelmeden önce yine de düşündüm, çünkü bu kez Mülkiyeliler Birliği üyelerine karşı -varsayımsal olarak kuşkusuz kamuya açık ama- konuşacaktım ve en son, tarihini hatırlamıyorum, burada konuştuğumda Mülkiyelilerin sosyalistleri az daha beni “dövecekti.” Dolayısıyla “muhtemelen” dedim “yine ‘dövecekler’ ama ben bildiğimi söyleyeyim.” Ve biraz sizi rahatsız etmek üzere konuşmaya karar verdim. Şaka bir yana, rahatsız edebileceğimi baştan varsaymıyorum. O kadar da kibirli bir adam sayılmam. Ayrıca haddime de değil. Ancak umarım rahatsız ederim. Bu sadece bir niyet.
Madımak üzerine konuşmaya Madımak’tan başlamayacağım. Roboski’den, Uludere katliamından başlayacağım doğrudan doğruya. Hemen karşımızda, binanın dışına çıktığımızda Mazlum-Der’in standı var. “Roboski üzerine duygularınızı paylaşın, Roboski katliamdır, Roboski’nin hesabı sorulmalıdır” türü pankartlar asılmış; herkes Roboski konusunda duyarlılığa ve sanırım imzaya çağırılıyor. Bugün 2 Temmuz. 2 Temmuz ile Roboski arasında bir ilişki kurma gereği bile duymamışlar. Bundan olacak ki 2 Temmuz üzerine herhangi bir şey, çağrışım içeren bir şey yer almıyor pankartlarında. Hatta öyle ki 2 Temmuz duyarlılığını Roboski için kullanmayı bile akıl etmemişler. Ama Roboski üzerine duygularımızı paylaşmaya çağırıyorlar hepimizi.
Peki, “Roboski katliamında bizi dehşete düşüren gerçekte neydi?” diye soracağım. Hepimiz dehşete düştük istisnasız. İnanılmaz bir biçimde dehşete düştük. Peki, neydi bizi dehşete düşüren şey? Hiç kimse, tuhaf bir biçimde, dikkat edilirse Roboski katliamı üzerine konuşan hiç kimse, bu katliamı askeri, siyasi, etnik, ırksal ya da toplumsal, ekonomik herhangi bir nedenle açıklama cüretinde bulunmadı. Hiç kimse bulunmadı. Bu bir katliamdı. Bu kadar basitti. Bu katliamın teknik süreçlerine –evet, katliamın ‘teknik’ süreçleri vardır- dair doğrudan doğruya hiçbir tartışma da yapılmadı. Öyle ki katliamın ‘teknik’ aşamaları soruşturma komisyonlarında, bazı gazetecilerin didiklemeleriyle gazete köşelerinde yavaş yavaş ortaya çıktı. Bombalananların öncelikle bir araya toparlandıkları, durduruldukları, özellikle bekletildikleri, uçakların en az iki kez, kimilerine göre üç kez dalış yaparak vurduğu, bile isteye vurduğu… Bütün bu ayrıntılar üzerine hiç birimiz düşünme gereği bile duymadık. Kaçakçılar silah mı taşıyordu? PKK militanlarıydı da aslında kaçakçı kılığına mı girmişlerdi? Kaçakçıydılar ama içlerinde PKK militanları mı vardı? Bunların hiçbir önemi yoktu; hiçbir önemi. Eninde sonunda orada doğrudan doğruya hepimizin aklını darmadağın eden, aklımıza mıh gibi çakılan, kanımızı donduran temel bir şey cereyan etmişti ve “bu şey” hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymuyor, duyurmuyordu. Ölenler yalnızca Kürttüler, hepsi bu kadar. Bu kadar basit. Kaçakçıymışlar ya da PKK’lı; silah kaçırıyorlarmış ya da mal; ne önemi vardı ki? Özenle ve planlı bir biçimde öldürülmüştüler. Ve bizi dehşete düşüren tam da buydu. Tek “günahı” Kürt olmak olan bir grup insanın, özenle ve planlı bir biçimde katledilebilmesine tanık olmak bizi dehşete düşürüyordu. Ve hiç birimiz bu katliamın konjonktürel, yapısal, siyasal nedenlerini sorgulama gereğini bile duymadık. Oysa her katliamın olduğu gibi, bu katliamın da bir arka planı, bir ön yüzü, bir söyleyeni, bir söyleteni, bir söylediği, bir söyleneni elbette vardı. Eğer bunların peşine düşseydik elbette vardı. İktidarla Fethullah Gülen cemaatinin ilişkilerinde yaşanan gerilimden tutun, Türkiye ile Suriye ve İsrail ilişkilerine, ABD’nin hesaplarına, PKK ile Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılıklı adımlarına kadar bir yığın etkeni peş peşe sıralayabilirdik ve bunların açıklayıcı bir değeri de olurdu. Yani en nihayetinde bu nedenlerin peşine düşseydik kolaylıkla Roboski katliamının neden “tezgâhlandığını” ve kolaylıkla “ben orduya böyle haddini bildirdim” diyen bir iktidarın nasıl da askeri söylem tarafından yutuluverdiğini açıklayabilirdik. “Siyasi çözüm, siyasi çözüm” diye sözüm ona bir yandan kahraman kesilenlerin çırpınışlarının nasıl bir “mavra”ya dönüştüğünü ve esasta siyasi çözüm denilenin militarist bir imha hamlesinden başka bir şey olmadığını; siyasi çözümü kendi otoriter zihniyetiyle tekelleştirenin nasıl da orduya teslim olduğunu; “darbeler devri kapandı” diye efelenenlerin esasta tam da darbeyi hazırlamak üzere bütün taşları döşediğini kolaylıkla söyleyebilirdik; sadece Roboski’den kalkarak. Ama bütün bunları söylemek vicdansızlıktı. Çünkü orada insanlar gerçekten de hiçbir lamı cimi yok, teknik bir akılla bir araya getirilerek Kürt oldukları için öldürülmüşlerdi. Öncelikle yapılması gereken şey, doğrudan doğruya bunu tespit etmek ve öncelikle ve öncelikle buradaki çıldırtan özgünlüğü işaret etmekti.
Ama biz bununla yetinirken gerçekte bu yetinmemizi güçlendiren, temellendiren, kuşkusuz bu yetinmemizi mümkün kılan başka koşullar da vardı. Örneğin en son KESK’e yapılan baskın. Sadece Kürt oldukları için üst düzey KESK yöneticilerinin gözaltına alınması; sadece Kürt olduğu için belediye başkanlarının tutuklanması, sadece Kürtlerle temasta olduğu için akademisyenlerin, araştırma görevlilerinin, doktora çalışması yapan insanların tutuklanması ve benzerleri, hepsi, Roboski katliamı ile birlikte düşünüldüğünde bu dehşet duygusunu artıran ve “bu ülkede Kürt olmak ölüm nedenidir” duygusunu artıran motifler olarak beynimize kazındı. Ve biz çok namuslu bir tutumla yapılması gerekeni yaptık. Kürt olmak ölüm nedeni ise bu başlı başına bir utançtır ve sadece bu yüzden, başka bütün nedenler saklı kalmak kaydıyla bu katliamın hesabı sorulmalı, bu utancın önünde, içinde ağırlık kalabilmiş her baş, eğilmelidir.
Konuşmaya Roboski ile başlarken, “derdim” AKP’lilerde, bir kısım Sünni militanda sıkça görülen bir vicdansızlığa teslim olmak, katliamları birbiriyle yarıştırmak değil. Tam tersine derdim katliamların özgünlüğünü, her birinin biricikliğini öncelikle fark edebilmek, bunun altını çizebilmek. Katliamları birbiriyle yarıştırmak ne kadar vicdansızca ve ahlaksızca ise katliamları birbirine indirgemek, bu indirgeme içinde düzleştirmek de o kadar vicdansızca ve ahlaksızcadır. Çünkü bu düzleştirme, katliama uğrayanın en başta kendisini inkâra zemin hazırlar. Onun özgür olarak anlaşılmasını en başta önler ve en temelde de onu yok eder. Yok sayar. O halde Madımak üzerine konuşacaksak Madımak’ı şununla ya da bununla ilişkilendirme gereği duymaksızın kendi özgüllüğü içinde kavramak zorundayız ki Madımak üzerine konuşma hakkını kendimizde bulabilelim. Ve tam da burada, şunu iddia edeceğim:
Türkiye’nin hiçbir kesiminin, sosyalistlerinin, Kürt sosyalistlerinin de, Türk sosyalistlerinin de, eğer böyle bir dertleri varsa Kürt milliyetçilerinin de, Türk milliyetçilerinin de, Türk Sünnilerinin, Kürt Sünnilerinin, Alevilerinin Madımak üstüne konuşmaya hakkı yoktur. Hiç birinin. Çünkü bu saydığım bütün kesimler Alevilik söz konusu olduğunda gerçekte vicdanını yitirmiş bir biçimde taşa kesmektedir. Çünkü en başta Madımak’ı Madımak olarak kavrama konusunda hepsi bir anda dut yemiş bülbül gibi susmaktadır. Oysa ben Roboski katliamıyla Alevilerin uğradığı katliamlar arasında ilişki kurmaya kalksam bütün Kürtler beni taşa tutar. 1 Mayıs 1977 katliamıyla Aleviler arasında ilişki kurmaya kalkarsam sosyalistlerin beni şuradan çıkarmayacağına eminim. Ha keza Kemalistler için örnek bol. Onlardan şimdilik hiç örnek vermeyeyim isterseniz. Bir de Mülkiyelilerin ünlü sosyalist görünümlü Kemalistleri var. Bu Kemalistlerden de birazdan bir örnek vereceğim; yeni dönem Siyasal’dan örnek vereceğim doğrudan doğruya. Kürt sorunu karşısındaki nasıl bir akıl donmasıyla (Horkheimer’e atfen “akıl tutulması” diyemeyeceğim, basbayağı donmasıyla) malul olduklarını işaret etmek için.
O halde, öncelikle Madımak dediğimizde gerçekten yüzleşemediğimiz, hesabını göremediğimiz bir katliamla karşı karşıyayız ve bunun nedeni de her şey bir yana (AKP’yi, şunu bunu paranteze alıyorum, derin devleti, devletimizin geleneksel, tarihsel, sosyolojik, siyasal yapılanmasını paranteze alıyorum) öncelikle nedeni biziz. Dönüp kendimize bakacağız ve bunun üstüne konuşacağım. Çünkü biz hala Madımak’ı anlayabilmek için inatla ve ısrarla kendi dışındaki referanslara başvuruyoruz. Örneğin Madımak’ı konuşmak demek Türk sosyalistlerinin başına geleni konuşmak demek anlamına geliyor. Maraş’ı konuşmak demek anti-faşist mücadeleyi konuşmak anlamına geliyor. Yahu ben bütün bunlara “eyvallah” diyorum, söylediklerinizin önünde kafamla eğiliyorum, haklısınız. Tarihsel olarak sizi kesinlikle onaylıyorum. Siyasi olarak kesinlikle onaylıyorum. Ama neden ısrarla ve ısrarla, siz, bu cesetlerin Alevi cesetleri olduğunu görmüyorsunuz da ısrarla ve ısrarla sosyalist diyorsunuz? Bu ne menem bir sosyalist mücadeledir ki bütün sosyalist cesetler Alevidir? Böyle bir şey kabul edilebilir mi?
Örneklerle gideceğim. Hemen sizin, yakından, binaya girerken tanık olduğunuz örneklerle. Ama önce popüler kültürümüzden bir örnek vereceğim. Bizim Madımak’ı hala nasıl Madımak olarak göremediğimizi fark etmek için. Bu bir takvim yaprağı. Hepimizin bildiği bir takvim. Çok ünlüdür; Saatli Maarif Takvimi. 2 Temmuz yaprağı ve bakıyoruz. Sivas’ta Madımak otelinin yakılması işaretlenmiş. Altında Atatürk’ten manidar bir söz. “Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; görürsünüz ki ulusu yok eden, tutsak eden yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki küfür ve lanetli davranışlardan gelmiştir.” Bakın Atatürk dini koruyor. “Din kılığı altındaki” diyerek dini ayrı bir yere koyuyor ve sonra dini bir terime başvuruyor: Küfür. Küfür dini bir terimdir. Saklayan, gizleyen, örten, Tanrı’nın tekliğini bildiği halde söylemeyen. “Küfür ve lanetli davranışlardan gelmiştir.” Çeviriyoruz arkasını. Metin Altıok’tan çok manidar dizeler ama onu okumayacağım uzatmamak için. Sonra Hazreti Ali’den bir söz. “Zulümden uzak durunuz çünkü o suçların ve günahkârlığın en büyüğüdür.” Hazreti Ali, Alevilere konuşuyor, Şiilere konuşuyor, Şia’ya söylüyor. Bir Sünniye zaten hiçbir şey ifade etmiyor, “Allah’a şükür.” Ve günün tarihi. “19 yıl önce bugün 2 Temmuz 1993, Sivas şehrimizde irticai kaynakların kışkırtmasıyla sonuçlanan olayda 37 aydınımız yakılarak hayatlarını kaybetti. Ruhları şad olsun.”
Bakın, daha en başta ansiklopedik bilgi hatası var. Daha Madımak’ta ölenlerin kimler olduğunu bile önemsemiyoruz aslında. Ve hepimizin yaptığı bir hata. 37 aydınımız. Hayır. 37 aydınımız filan ölmedi. 37 insanımız bile ölmedi. Aydınlık değil mesele. Aydındır aydın değildir. Beni ilgilendirmiyor kim aydındır, kim değildir. Orada ölen 35 kişi, diğer iki kişi katil zanlısı. Katil demiyorum, haklarında yargı kararı olmadığı için, hukuken. Katil zanlısı ve Madımak şu an sözüm ona Bilim ve Kültür Merkezi olduğundan bu katil zanlılarının adları anı köşesinin en başına çakıldı. Demem o ki Madımak söz konusu olunca daha katillerden, istiyorsanız böyle deyin, daha bundan habersiziz ve bugün sosyal medyada paylaşılan bütün anmalarda, dikkat edin 37’dir sayı. Ondan sonra da diyoruz ki “Aaa, devlet ve AKP oraya iki katilin de ismini yazdı!” AKP’den önce sen yazdın, biz yazdık. Yıllardır. Düşünün ki Saatli Maarif Takvimi Şia eğilimlidir. Onlar farkında değil en başta. Hadi bunu bir yana bırakalım, önemsiz deyip geçelim. Bu katliamı zikredebilmek için “irticai kaynakların kışkırtması” gibi bir nedene ihtiyaç duymayı nereye koyacağız? Oysa Roboski’de hiçbir neden aramadık, doğru olan da buydu ama burada bir nedene ihtiyacımız var. “İrticai kaynaklar kışkırttı.” Yani eğer onlar kışkırtmasaymış Alevilerle ilgili hiçbir sorun yokmuş galiba. Onlar kışkırtmış o yüzden, o yüzden yakılmışlar. Acaba?
İkinci örneğimiz Halk Evleri’yle ilgili. İki gündür Ankara’nın her yerinde etkinlikler düzenliyor Halk Evleri. Ve aynı başlık altında. Halk Evleri’yle ilgili duygularımı saklamayacağım. Kolektifçilerin, eski Dev-Yol’cuların, ulusalcılarla hemhal olduğu bir yapılanma. Ve eski Aydınlıkçılarla ve Kemalistlerle. Ve bakın, bu elimde gördüğünüz bildiri Batıkent’te dağıtılmış bildirileri. Sivas anması için etkinlik. “4+4+4 ile çocuklarımızın geleceğini karartanlara, Sivas’ın katillerini zaman aşımı ile aklayanlara meydan okuyoruz.”
Peki, 4+4+4 ile Sivas’taki katillerin Sivas’ın zaman aşımına uğratılmasının nasıl bir ilişkisi var? Neden eklenmiştir; belli ki bir ortaklık var. Bildiri açıkça bunu söylüyor. Peki, nedir ortaklık diye soruyoruz. 4+4+4’ün içeriğinde öne çıkan şey belli. Eğitimin tümüyle dinselleştirilmesi; buna bağlı olarak toplumsal hayatın tümüyle dinselleştirilmesi. Eğitim süreçlerinin, zorunlu din dersleri yetmiyormuş gibi, İmam Hatiplerin eğitimin baş aktörü haline getirilmeleri yetmiyormuş gibi, Kur’an dersleriyle, Hz. Muhammed’in hayat hikayesiyle tüm eğitsel aşamaların dinselleştirilmesi, özetle bütün nesillerin, başbakanın söylemine uygun olarak beş yaşından itibaren dindar nesillere dönüştürülmesi. Peki deyip akıl yürütmeye devam ediyoruz. Madımak’ı kim yakmıştı? Tam da, herhalde bu kafayla yetişmiş yığınlar yakmış Madımak’ı. “Şeriatçılar, gericiler” ve aynı zihniyet şu anda iktidarda olmalı ki Madımak zaman aşımıyla aklanmış durumda. Demek ki esas sorumlu bu zihniyet; “Şeriatçı zihniyet.” Dün Sivas’ta bugün değiştirilen eğitim sistemiyle, yarın bir başka yerde Kürtaj yasağıyla ya da kadınlar için tahsis edilmiş özel otobüslerle ama her halükarda şeriatçı zihniyet hedef olarak gösteriliyor bize ve arkasından da asıl vurmamız gereken şey söyleniyor. Katil bu zihniyetse bu zihniyete dair güç toplamak gerekir. Doğru olan budur. Güçler şeriatçı yükselişe karşı seferber edilmelidir. Döndük mü Saatli Maarif Takvimine? Burada Aleviler nerede, pardon? Nerede Aleviler? Merkezde duran şeriatçı güçler ve onların iktidara geçmiş aygıtları sözüm ona, örgütlenmeleri. Aynı şey. Yani Aleviler dışında, Alevilik dışında Sivas için açıklama hazır ve nazır. Şeriatçılık var, katliam oldu, bundan sonra da olur. Kürtaj yasağı da olur, ayrı otobüsler de olur. Doğum kontrol yöntemleri babanıza da bildirilir vs. Kürtaj yasağı ile doğum kontrolü yaptırdığınızın babanıza bildirilmesi ve Madımak arasında bağ kuran zihniyet, şeriatçı zihniyet olarak işaretlendiği anda, bunlar arasında hiçbir fark kalmıyor. Yani kanınızı dondurması beklenen Madımak katliamı ile doğum kontrol sonuçlarınızın babanıza bildirilmesi aynı değeri üstleniverir. Düzleştirici bir biçimde artık rahatlıkla at oynatabilirsiniz. “Hedef şeriat. Öyleyse güç biriktirmeye devam şeriata karşı.” Açıkça söylenen bu.
Bu arada tabii katliam sırasında DYP-SHP iktidarının olduğu, katliamı seyredenlerin başında bizzat Erdal İnönü’nün ve onun milletvekillerinin geldiği ve bunların hiçbir hesap vermediği, 8 saat boyunca devletin, hükümetin değil devletin bütün güçleriyle katliamı seyrettiği gibi ayrıntılar önemsiz ayrıntılar oluverir. Önemli olan şeriatsa gerisi teferruattır. Açıkça bu söyleniyor. Peki, biz şimdi, biraz sinir uçlarımızı zıplatmak adına şunu soramaz mıyız: “Madımak’ı şeriatçılar yaktı” demekle “Madımak’ı Aziz Nesin yaktırdı” diyen zihniyet arasındaki mesafe çok mu uzak gerçekte? Çok mu uzak? Bence çok yakın. Çünkü ikisi de Madımak’a bakmıyor. İkisi de “Madımak neden yandı kardeşim?” diye soruyor. Ama hiçbirimiz “Roboski’de öldürülenler niçin öldürüldü?” diye sormadık. Bunu ahlaksızca saydık. Ama herkes, demin saydığım herkes, Aleviler en başta, inatla ve inatla Madımak neden yandı diye yanıt aramaya devam ediyorlar. Oysa ne güzel bir sorusuzluk haliydi Roboski’de öldürülenler niçin öldürüldü diye sormamak. İnsanlık bu idi. insanlık Madımak niçin yandı diye sormak değildi. Ve neden uydurmak değildi.
Demek ki neden arayışı başka bir şeye tekabül ediyor. Şeriatçı, irticacı biçimindeki bir yaklaşım öncelikle bütün dindarları bir kere zan altında bırakma tehdidini içeriyor. O ayrı. Öte yandan dindarlığın belirli bir biçimini, Sünniliğin özellikle belirli bir biçimini, büyük, dindar kitle, zan altında bıraktığı dindar kitlenin içinde gözden kaybediyor. Yani aklıyor. Hesap soracakmış ondan sonra da. Aklarken hesap soracağını iddia ediyor. Oysa açıkça aklıyor ve kitlenin içinde saklıyor. Ve onları gözden kaçırdığı gibi en önemlisi devleti gözden kaçırıyor. Devleti. Doğrudan doğruya devletin rolünü.
Geliyoruz ikinci örneğimize. Pazar günü bir miting yapıldı. Dün. Ve birden fazla demokratik kitle örgütü, siyasi örgüt bir araya geldiler. Kolej meydanına Dikimevi’nden yürüyerek miting yaptılar. Afişleri hala burada, Mülkiyeliler’in bütün duvarlarında var. Onun için kolayca hatırlayacaksınız. Temel slogan şuydu. “Madımaktan Roboski’ye katleden devlettir, unutmadık, hesap soracağız.” Miting. 1 Temmuz Pazar. Şimdi birinci örnekte gördüğüz sorular bu mitingin çağrısında ilk elde aşılmış görünüyor. Çünkü şeriata, şuna buna takılmamış. Devlettir diyor, açık adresi göstermiş. Açıkça bağlantıyı kurmuş. Madımak ve Roboski’nin ortak paydası katledenin devlet oluşu, devlet zihniyeti ya da raison d’eta, hikmet-i hükümet. Bilmiyoruz, her neyse o. Ama miting çağırıcıları öncelikle can alıcı bir biçimde yakalamış görünüyor bunu. Ama ben yine şeytanın avukatlığına soyunayım. Şimdi burada asıl öne çıkanın, vurgulananın Roboski olduğu, Madımak olmadığı bu mitingde çok belli. Madımak başlangıç, Roboski nihai vuruşu sağlıyor. Madımak’tan Roboski’ye. Madımak bu anlamda Roboski’ye giden yolda bir basamak derecesine, zincirin bir halkası derecesine indirgeniyor ve bu yanıyla da özgün anlamını kaybediyor. Yani birinci örnekte gördüğümüz devletsizlik burada kapatılırken, burada o engel aşılırken öbür yandan devlet bu kez tam tersine Madımak’ın özgünlüğünü düzleştiren bir rolle donatılıyor. Bütün bunları geçiyoruz, detay. Şeytanın avukatlığı kısmına şimdi geliyoruz. Neden örneğin bu başlığı şöyle atmıyoruz: Muğlalı katliamından Roboski’ye! Van, Özalp’taki katliamı kast ediyorum. Ölü sayısı trajik bir tesadüf aynı, 33 kişi. Sivas’ta şenliğe gidenlerden kaybettiklerimiz 33 kişi. 2 otel çalışanı kardeşimiz, iki de katil zanlısı. Neden Muğlalı olayıyla Roboski’yi örneğin, ilişkilendirme gereği duymuyoruz? Ya da neden Zilan Deresi’nden Roboski’ye demiyoruz. Zilan Deresi 1930’da ve ölü sayısı konusunda korkunç rakamlar telaffuz ediliyor. Rus kaynaklarında 1.550 kişi. Cumhuriyet gazetesine göre 15.500 kişi Zeylan Deresi’ne gömüldü ve kurşuna dizildi. 15.500 Kürt köylüsü. Ve bütün köylerin mallarına mülklerine el konuldu. Hala AHİM’de davaları sürüyor. Hala sürüyor. Hala, düşünün. Ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde Kamu Yönetimi Bölümü’nde zaman dizini hazırlayanlar Zeylan Deresi’ni aynen şöyle veriyor. “Zeylan Deresi’nde eşkıya imha edildi.” Aynen. Sorsanız kendilerine sosyalisttirler, solcudurlar. 1.550 kişi, 15.000 kişi, Kürt abartısı diyelim ya da Ermeni abartısı 50.000 kişi… Eşkıya, öyle mi? Ve hepsi silahsız. Hepsi silahsız. Ve siz sosyalistsiniz, sosyal demokratsınız, solcusunuz ve Mülkiyelisiniz ve tarihe böyle kayıt düşüyorsunuz, öyle mi?
Bu kısmı geçiyoruz. Bir adım daha atıyoruz şeytanın avukatlığında. Cümleyi neden tersten kurmuyorsunuz sahi? Madem böyle bir miting yaptınız, Roboski’den Madımak’a niye diyemiyoruz? Niye demiyorsunuz? Bunun nedeni sadece kronoloji mi? Yani Madımak’ın önce Roboski’nin sonra olması mı? O zaman eğer derdiniz kronoloji ise neden Maraş’tan Madımak’a ya da Muğlalı katliamından, Zilan Deresi’nden Madımak’a demiyorsunuz da Roboski en sonda asıl hedef olarak işaret ediliyor.
Bakın hiçbir kötü niyet okuması yapmıyorum. İrrite olmayın, provoke de olmayın. Kürt hareketi ile Kürtlerle hiçbir sorunum yok. Sadece kendi içimizde olan ama fark etmeye yanaşmaya çalışmadığımız bir şeyi anlatmaya çalışıyorum. Madımak ile Roboski arasında bir bağlantının olduğu çok açık. Bunu kimse inkâr edemez. Ama tersi ne kadar doğru? Yani Roboski ile Madımak arasında bir bağlantı var mı? Daha önceki yaşanan katliamlarla neden bu bağlantı kurulma ihtiyacı, Roboski’den önce duyulmadı? Kürtler katliama mı uğramadı? Biraz önce gösterdiğim örnekler bunun gerçek dışı olduğunu gösteriyor. Bunun için neden Roboski’yi görmek istedik? Zilan Deresi’ni ve Muğlalı olayını ise çoktan biz unutmuştuk. Kürt hareketi de çoktan unuttu. O kadar katliamla karşılaştı ki üst üste, Aleviler gibi, çoktan unuttu. Biz Dersim’i nasıl hatırlamakta güçlük çekiyorsak onlar da Zilan Deresi’ni hatırlayamıyor bile. Acı acı üstüne. Bir halk böyle yaşayamaz. Hiç kimse bu nedenle Kürtlere de kızamaz. Ama miting düzenleyenlere bunu sorabiliriz.
Esasta, ezcümle şu: Roboski’nin görünür olmak için, yanında yer almak için, insanca desteklemek ve hesabını sormak için bir Madımak’a ihtiyacı yok. Söylemeye çalıştığım bu. Oysa Madımak’ın her zaman bir Roboski’ye ihtiyacı var. Problem burada. Madımak asla kendi “bayat biricikliği” içinde kavranmıyor ve kabullenilemiyor, hiç kimse tarafından. Problem burada. Oysa Muğlalı olayını hiç kimse başka bir katliamla bitiştirmeye çalışmadı. Roboski’yi bitiştirmeye çalışmadı. Ama şimdi Madımak’ı anmak istiyoruz ve meşruiyetimizi Roboski’den devşiriyoruz. Sanki Madımak yeterince dehşet verici değilmiş gibi, Roboski’nin dehşetini yardıma çağırıyoruz. Madımak’tan Roboski’ye diye. Bunu fark edemiyoruz. Ve bunun üzerine politika kurulduğunu fark edemiyoruz. Yani desteklemek için birilerinin Kürt olması yetiyor ama Alevi olmak yetmiyor. Kürtseniz ve katliama uğramışsanız destekleniyorsunuz. Doğru olan da budur. Desteklenmelisiniz. Özetle, Alevi iseniz ve katliama uğramışsanız, desteklenmeniz için neden sosyalist olmanız, neden Kürt hareketi ile müttefik kabul edilmeniz, neden Ermeni kardeşlerimizle iliştirilmeniz, neden Yahudiliğe ya da Rumluğa bağlanmanız gerekiyor? Neden? Mesele burada. Bunu fark edemiyoruz.
Devam ediyoruz. Örnekler bitmiyor ki. Aynı mitingde Halkların Demokratik Kongresi pankart açmış. Bianet’in haberlerinden derledim bunu. Onun için gösteremeyeceğim. Slogan şu: “Sivas’ta Aleviler, İstanbul’da işçiler, Roboski’de Kürtler… Ankara’da adalet hala yanıyor.” Arkadaşların derdi adalet. Adaletin hukuki, felsefi, sosyolojik, siyasal, toplumsal boyutlarını bir kıyıya bırakıyoruz. Dertleri Madımak değil, Roboski değil, işçiler değil; adalet. Bu adaletin mistifiye edici boyutunu bir yana bırakıyoruz, geçiyoruz ve soruyoruz: Allahınızı severseniz Sivas’ın İstanbul’daki işçilere bağlanabilmesi için Roboski’nin yaşanması mı gerekiyordu? Kürt kardeşlerimizin katledilmesi mi gerekiyordu bunu akıl edebilmeniz için? Bu ne biçim bir Halkların Demokratik Kongresi’dir? Bu isme ne kadar layıksınız? Madımak’ın manidar olabilmesi sadece Roboski ile ve sadece İstanbul’daki işçilerle mümkünse….Madımak da şöyle dursun, anması da…
Biz bir şeyi açıkça gözden kaçırıyoruz: Roboski’nin açıkça Kürt olmaktan yana bir ölüm olduğuna hiç kimsenin kuşkusu yokken, bunu tartışma konusu bile yapmıyorken, Madımak’ın sadece Alevi olmaktan yana bir ölüm olduğunu hiç dillendirmiyoruz. Ve bunun dillendirilmediği bir ortamda, Madımak devletin, derin devletin, çetelerin, Ergenekon’un, hatta iktidara bakarsanız PKK’nın…bir oyununa indirgeniveriyor. Derin devlet Roboski’de yok, Madımak’ta var. Ne güzel, ne güzel! Ne güzel bir vicdansızlık!
Oysa biliyoruz ki Alevilerin devletle ilişki kurması başka türlü, Kürtlerin ilişki kurması başka türlü. Kürtlerin devlet tecrübesine aşina olduğunu Osmanlı’dan beri biliyoruz ve devlet- Kürtlük gerilimi, Kürt olmaktan ötürü öldürülmeye zemin olarak kolaylıkla kabul edilirken, nedense devlet-modernlik ve Aleviler bütünleşmesi olarak totalleştirilen bütünleşme ve gerilim, Alevilerin Alevi olmaktan ötürü öldürülmesi için yeterli sayılmıyor ve sürekli devletten doğru bir okuma yapıyoruz, Alevileri sürekli devlete karşı çağırmayı bir marifet biliyoruz ve dönüyoruz aynı yere: Halk Evleri’nin eylemiyle aynı yere. Kürtaj hakkı elinden alınan kadınla Madımak’ta katledilen Alevi’yi aynı ölçüde, değerlerini, biricikliklerini birbirine kırdırarak, aynı ölçüde ve aynı dil içinden devlete karşı çıkmaya çağırıyoruz ve bunun da siyaset yapmak olduğunu sanıyoruz, nedense. Siyaset bizim için böyle bir şey. Ve tabi peşine Kürtleri de ekliyoruz. Böylece devletle başka türlü ilişkiler kurmuş olan kadınlar, Aleviler, Kürtler, Sünni ama sosyalistler aynı düzeyde bir çağrının ortak muhatabı olabildiği ölçüde, Aleviler ancak bu hareketlerin konusu haline gelebiliyor. Ve üstelik yargılayıcı konusu olarak.
Elbette bu yaklaşımı besleyenlerin başında Alevilik içi aktörler geliyor. Alevilerin en temel sloganını size hatırlatacağım. Ama burada Alevileri eleştirmeyeceğim. Alevileri Alevilerin olduğu ortamlarda eleştirmeyi tercih ediyorum. Ama sadece geçerken söyleyeceğim, Alevilerin payını da işaret etmek için. Alevilerin katliamlar konusunda en ünlü sloganı şu: “Dersim’i unutursan Çorum olur; Çorum’u unutursan Maraş olur; Maraş’ı unutursan Sivas olur!” Ben bu sloganı şöyle değiştirmeyi hep öneriyorum. “Zilan’ı unutursan Dersim olur; Dersim’i unutursan Van Özalp olur; Van’ı unutursan Çorum olur; Çorum’u unutursan Maraş olur; Maraş’ı unutursan Sivas olur; ve Sivas’ı unutursan Roboski olur.” Ama hiç kuşkusuz Alevilerden bu sloganı dönüştürmeyi bekleyemeyiz. Bunu yapması gereken bizleriz. Tarihimizi ve belleğimizi hiçbir siyasi kaygının kısa-uzun vadeli çıkarlarına teslim olmaksızın birleştirmemiz gerekiyor. Katliamlarımızı yarıştırmamız değil. Açıkça bu ikisini birleştirmemiz gerekiyor. Ama bu birleştirme kendi biricikliklerini inkarı koşullamıyor. Kürt katliamlarını milliyetçilik, Alevi katliamlarını din safında geçici olarak tasnif ettiğimizde Türk sosyalistlerinin ve Türk milliyetçilerinin Kürt milliyetçiliğiyle bütünleşebildiğini kestirmeden görebiliriz; eğer katliamları Kürt milliyetçiliğiyle tartacak kadar vicdansızsanız. Ama söz konusu olan din oldu mu bütün Türkler ve bütün Kürtler Kemalist. Hepsi Kemalist. Din o kadar “tu kaka” bir şey ki dinin yanında durabilmek için mutlaka başka bir açıklamaya, bir bastona, bir desteğe ihtiyacımız var. Dini yüzünden katliama uğrayanlar, dinleri yüzünden, tek başına sadece o nedenle desteklenemezler. Aydınlık fikirli iseler, Aleviler gibi rakı içiyorlarsa desteklenebilirler. “Rakı içmiyorlarsa bırakın gebersinler”; buraya varıyor, karikatürize edersek.
Üçüncü örnek, çok uzattığımın farkındayım ama toparlayacağım, BDP’den geliyor. BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’den. Sosyal medyada çokça paylaşıldı. Önder’in Maraş katliamı üzerine yazısı. Maraş neden oldu diyor bu yazı ve kendince bir yanıt veriyor. O kadar etkili oldu ki bu yazı nedense! Bu etkiden de anlaşılıyor ki Maraş katliamı üzerine biz hiç okumamışız. Hiçbirimiz. Önder’e göre, “Maraş katliamının nedeni” efendim, “Alevilerin Maraş bölgesinde istisnai bir biçimde, Maraş ovasında yerleşmeleri ve zenginleşmeleri” imiş. Yani sermayenin el değiştirmesi. Bunu çok özgün bir şeymiş gibi söyleyen ey Sırrı Süreyya Önder, hadi Alevileri duydun, duymadın, gerçi memleketin Adıyaman’da çok Alevi var, bu klişeyi nerede, nasıl ürettin, yeni bir şeymiş gibi? O kadar çok çiğnendi ki bu sakız! Ve hiç izanın sana şunu söylemiyor mu, “kardeşim sermaye el değiştirdiğinde örneğin Maraş katliamının sebebi sermayenin el değiştirmesi ise, neden yeni sahipleri Alevi olduğunda katliam oluyor?” Aleviler, sermaye el değiştirdiği zaman katlediliyorsa, sebep sermayenin el değiştirmesi, Alevilerin zenginleşmesi mi yoksa Alevi oluşları mı? Elini vicdanına koy! Ki bunu Alevileri desteklemek için, Aleviler lehine imiş gibi yazma! Önder’in yapmaya çalıştığı şey de aslında aynı Kemalist refleksin bir ürünü: Din yüzünden katlediliyorsanız bu katliamı birilerinin protesto edebilmesi için din dışına, sizin dininiz dışında başka bir gerekçeye ihtiyacı var. Biri bunu milliyet, etnisite öteki ekonomi politik üzerinden kuruyor. Bir başkası aydınlanma üzerinden kuruyor. Bir başkası sosyalizm üzerinden kuruyor. Ama hiçbiri ve hiçbiri Alevilerin Alevi oldukları için katledildiklerini ne yazık ki kabul etmeye hazır değil. Ne yazık ki.
Denilebilir ki Madımak bir Alevi katliamı değil ki. Acaba? Acaba? Bu çok tehlikeli bir sözdür şiddetle uyarırım böyle bir soru sormaya kalkanı. Alevi katliamı değildir derseniz kendinizi birdenbire Madımak katliamının sorumlusu Aziz Nesin’dir diyen zihniyetle aynı yerde bulabilirsiniz. Bu açıkça bir Alevi katliamıdır. Ama biz ne yazık ki öylesine Kemalistiz ki Kürdümüz, Türkümüz, sosyalistimiz, Alevimizle, Sünnimizle milliyetçilik saikli, milliyetçilikten beslenen, ırkçılıktan beslenen katliamları kendi Kemalizmimiz, ırkçılığımız ve milliyetçiliğimiz gereği çok iyi bildiğimiz için bu bağlamda katliama maruz kalanlarla anında kendimiz arasında ilişki kuruyor ve utançla başımızı eğiyoruz, empati kuruyoruz. Roboskinin faillerini sormamamız, nedenlerini sormamamız açıklamaya çalışmamamız, açıklama ihtiyacı duymaksızın tavır koymamız kendimizi bildiğimizden! Ama aynı ölçüde o kadar Kemalistiz ki Kemalizmin din algısı o kadar zihinlerimize yerleşmiş ki din söz konusu olduğunda dinleri yüzünden katledilenler ile asla çırılçıplak tek başına, yan yana olamıyoruz. Mutlaka başka bir referansa ihtiyaç duyuyoruz. Ve bu referansı kullandığımız anda da vicdansızca şunu yapıyoruz. “Ey Aleviler, siz devletle özdeşleşmişsiniz. Siz Stockholm sendromu ile muzdaripsiniz” diyoruz, vicdansızca. Öyleyse o zaman şunu diyelim: Eğer Aleviler devletle özdeşleşmişse niye bir tek Sünni’nin devletle özdeşleşmeyen Sünni Kürtlerin, devletle özdeşleşmeyen sosyalistlerin evlerine işaret konulmuyor? Neden örneğin -daha iki gün önce oldu- Yenice’de Cem Evi’ne “Aleviler ananızı bilmem ne yapayım” diye yazıldı? Bianet’te çıktı haber. Orası silinmiş olarak. Neden örneğin, sosyalist bir derneğin kapısına “sosyalistler ananızı bilmem ne yapayım” diye yazılmıyor? Elinizi vicdanınıza koyun ve sorun. Devletle özdeşleşen Aleviler mi yoksa burada özdeşleşmenin kendisi mi problemli? Bu nasıl bir özdeşlik? Ha, diyebilirsiniz ki bu modernliğe has bir Alevi fobi, ne yapalım yani? Hayır, fobiler tedavi edilir. Bu, modernliğe has bir Alevi fobi değil. Bu, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti devletinin devamı olduğu bir devlet geleneğinin sorunu. Bu devlet geleneğiyle şekillenmiş bir sosyolojinin sorunu. Yani demem o ki devleti ve devlet geleneğini işaret etmek yetmez: Bu devleti değiştirseniz de Alevi sorunu çözülmeyecek çünkü. O nedenle yetmez dedim. Bir dinsel geleneğin ontolojik problemi bu; varlığını buna borçlu bir geleneğin. Dolayısıyla bu devleti yıksanız sosyalist bir devlet kursanız yine bir Alevi sorununuz olacak. Emin olun. Çünkü mevcut yaklaşımlarınız gereği, o devlette dini okumaya kalktığı zaman Sünnilik üzerinden okuyacak. Din deyince Sünniliği anlıyor. Sünnilik deyince Kemalizmin etkisiyle batıl inançları anlıyor, inanılmaz bir biçimde. Ve din içinden farklı Sünniliklerin olabileceğini, farklı dinsellikler olabileceğini asla varsaymıyor. Yeni bir Sünniliğe ihtiyacımız olduğunu, eğer Sünnilik eşittir devlet ise yeni bir devlete ihtiyacımız olduğu açık. Ama değilse “yandı gülüm keten helva.” Bunu görmüyoruz. Ve bunu görenleri de inatla ve ısrarla reddetmeye devam ediyoruz. Ve adres olarak hep aynı şeyi gösteriyoruz. Alevilere de aynı şeyi gösteriyoruz: “Alevilik dininden kurtulun. Aleviler de çok dindarlaştı canım.” Benimse son sözüm şu: Umarım Aleviler daha da dindarlaşır. Çünkü Alevinin “has dindarı” -bir Marksist’in bile hala ateizm gibi bir sorunu varken- geçmiştir dinden imandan “içerü”!
Sabrınız için çok teşekkür ediyorum.