Türkiye’nin Avrupa insan hakları sistemi ile yedi asırlık bir ilişkisi bulunuyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hazırlayan ülkelerden biri olan Türkiye, Sözleşme’yi 1954’de onaylamış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru hakkını 1987’de, AİHM’in mecburi yargı yetkisini ise 1990’da tanımıştır. Türkiye, AİHM’e hakkında en fazla başvuruda bulunulan ve hakkında en fazla mahkumiyet kararı bulunan üye ülkelerden birisi. 1980’lerin sonundan bu yana AİHM’e dava götürmekte olan Türkiyeli insan hakları avukatlarının, hukuki mobilizasyona dair hatırı sayılır bir bilgi birikimi ve tecrübesi mevcut. Üstelik, AİHM, mevcut insan hakları mahkemelerinin en etkilisi olarak kabul ediliyor. Ancak, bütün bunlara rağmen, Türkiye’de ağır insan hakları ihlallerinin sonu gelmiş değil. Ulusal yargı, dün olduğu gibi bugün de, devlet şiddetinin, yasal baskının ve hukuk devleti ihlallerinin kolaylaştırıcısı işlevi görmekte. İnsan hakları hareketi ise, devlet baskısına direnen önemli ancak küçük bir azınlığın dışında, etkisini neredeyse bütünüyle yitirmiş durumda.
Yanlış giden neydi?
Dilek Kurban’ın Türkçe çevirisi İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Ulusaşırı Adaletin Sınırları başlıklı kitabının tanıtımı vesilesiyle düzenlenen bu söyleşide Dilek Kurban ve tartışmacı olarak Kerem Altıparmak bu basit sorunun karmaşık ve zor yanıtlarını siyaset, hukuk ve toplum ekseninde aradılar.
03 Ocak 2024 Çarşamba günü Mülkiye Kültür Merkezi’nde Mülkiye İnsan Hakları Merkezi ve İnsan Hakları Okulu’yla birlikte düzenlediğimiz söyleşiye katılan konuklarımıza teşekkür ederiz.